22 Kasım 2014 Cumartesi

Dervişlerin Baş Tacı Yunus Emre Hazretleri

KISA HAYATI


Yunus Emre Hazretleri evliyanın büyüklerinden ve meşhurlarındandır. Hayatı boyunca Hakk aşkını aramış ve bu yolda büyük çileler çekmiştir.

Eskişehir’in Mihalıçcık kazâsına bağlı Yûnus Emre köyünde, 1320 (H.720) senesinde vefât ettiği ve buraya defnedildiği kaynakların tetkikinden anlaşılmaktadır. Vefâtı için başka târihler ve başka yerler de bildirilmektedir.



Senelerce hocasına dağdan odun taşıdı. Getirdiği odunlar ip gibi düzgün idi. Hocası; “Ey Yûnus, bu ne iştir? Hiç eğri odun getirmiyormuşsun.” buyurunca; “Efendim, bu kapıya eğri odun yakışmaz.” cevâbını verdi.

Anadolu ve diğer Türk illerinde çok sevilen Yûnus Emre’den başka bu sevgi, saygı ve hayranlık için başka bir örnek yok gibidir. Her bakımdan milletimizi birbirine bağlayan mânevî bir toplayıcılığı vardır. Onda, toplumumuzun iç yapısındaki aynı hisler, duygular ve değer yargıları bulunmaktadır. Onu unutturmayan sebep budur. Anadolu’da Yûnus Emre’nin Dîvân’ının bulunmadığı, ilâhîlerinin okunmadığı ev yok gibidir.

Eserleri: Yûnus Emre’nin bilinen iki eseri vardır: 1) Risâlet-ün-Nushiyye: Mesnevî şeklinde arûz (Fâilâtün Fâilâtün Fâilün) vezniyle yazılmış, tasavvufî, ahlâkî, dînî bir eserdir. Anadolu’da başlayan Türk Edebiyâtında görülen ilk nasihatnâmedir.

2) Dîvân: Yûnus Emre Dîvânı’nın birçok yazma nüshaları vardır. Fakat bu dîvândaki bütün şiirlerin Yûnus Emre’nin olduğu söylenemez. Yûnus tarzında, daha sonraki şâirlerin yazdığı şiirler de karışmıştır. Taş basması nüshaları da vardır. Yûnus Dîvânı yine Anadolu’da başlayan Türk edebiyâtının ilk dîvânı durumundadır.

Yunus´un yaşadığı yıllar, Anadolu Türklüğünün Moğol akın ve yağmalarıyla, iç kavga ve çekişmelerle, siyasî otorite zayıflığıyla, dahası kıtlık ve kuraklıklarla perişan olduğu yıllardır.13. yy´ın ikinci yarısı, sadece siyasî çekişmelerin değil, çeşitli mezhep ve inançların, batınî ve mutezilî görüşlerin de yoğun bir şekilde yayılmaya başladığı bir zamandır. İşte böyle bir ortamda, Mevlânâ Celaleddin-i Rûmî, Hacı Bektaş-ı Velî, Ahî Evrân-ı Velî gibi ilim ve irfan kutuplarıyla birlikte Yunus Emre, Allah sevgisini, aşk ve güzel ahlakla ilgili düşüncelerini, her türlü batıl inanca karşı, gerçek İslam tasavvufunu işleyerek Türk-İslam birliğinin oluşmasında önemli vazifeler yapmıştır. Yunus Emre, "Risalet-ün Nushiyye" adlı mesnevîsinin sonunda verdiği;

Söze târîh yedi yüz yediydi
Yûnus cânı bu yolda fidîyidi

beytinden anlaşıldığı kadarıyla H. 707 (M. 1307-8) tarihlerinde hayattadır. Yine, Adnan Erzi tarafından Bayezid Devlet Kütüphanesi´nde bulunan 7912 numaralı yazmada şu ifadelere rastlanmaktadır:

Vefât-ı Yûnus Emre
Müddet-i ´Ömr 82
Sene 720

Bu belgeden anlaşılacağı üzere, Yunus Emre, H. 648 (M. 1240-1) yılında doğmuş, 81 yıllık bir dünya hayatından sonra H. 720 (M. 1320-1) yılında ölmüştür.

Doğduğu yer konusundaki tartışmalar Eskişehir´in Mihalıççık ilçesine bağlı Sarıköy ile Karaman üzerinde yoğunlaşmaktadır. Menakıpnâmelerle şiirlerinden çıkarılan bilgilere göre Babalılardan Taptuk Emre´nin dervişidir. Hacı Bektaş-ı Veli ile ilgisi Vilayetname´den kaynaklanmaktadır. Yine şiirlerinden tasavvuf yolunu seçtiği, iyi bir öğrenim gördüğü anlaşılmaktadır. Anadolu kentlerini dolaştığı, Azerbaycan ve Şam´a gittiği, Mevlana´yla görüştüğü de bu bilgiler arasındadır.

Şiirlerinden bir kaçı:

Canlar Canını Buldum Bu Canım Yağma Olsun 

Canlar canını buldum bu canım yağma olsun 
Assı ziyandan geçtim dükkanım yağma olsun 

Ben benliğimden geçtim gözüm hicabın açtım 
Dost vaslına eriştim günahım yağma olsun 

İkilikten usandım birlik hanına kandım 
Derdi şarabın içtim dermanım yağma olsun 

Varlık çün sefer kıldı dost andan bize geldi 
Viran gönül nur doldu cihanım yağma olsun 

Geçtim bitmez sağınçtan usandım yaz u kıştan 
Bostanlar başın buldum bostanım yağma olsun 

Yunus ne hoş demişsin bal u şeker yemişsin 
Ballar balını buldum kovanım yağma olsun� 


İşitin Ey Yarenler Aşk Bir Güneşe Benzer 

İşitin ey yarenler aşk bir güneşe benzer 
Aşkı olmayan kişi misali taşa benzer 

Taş gönülde ne biter dilinde ağu tüter 
Nice yumşak söylese sözü savaşa benzer 

Aşkı var gönlü yanar yumuşanır muma döner 
Taş gönüller kararmış sarp kah kışa benzer 

Ol sultan kapısında hazreti tapısında 
Aşıkların yıldızı her dem çavuşa benzer 

Geç Yunus endişeden gerekse bu pişeden 
Ere aşk gerek evvel ondan dervişe benzer 


Ben Dervişim Diyene 

Ben dervişim diyene 
Bir ün edesim gelir 
Tanıyuben şimdiden 
Varıp yetesim gelir 

Sırat kıldan incedir 
Kılıçtan keskincedir 
Varıp anın üstüne 
Evler yapasım gelir 

Altında Gayya vardır 
İçi nâr ile pürdür 
Varuben ol duldada 
Biraz yatasım gelir 

Ta'neylemen hocalar 
Hatırınız hoş olsun 
Varuben ol tamuda 
Biraz yanasım gelir 

Andan Cennete varam 
Cennette Hakık görem 
Huri ile gulmanı 
Bir bir kucasım gelir 

Derviş Yunus bu sözü 
Eğri büğrü söyleme 
Seni sigaya çeker 
Bir Molla Kasım gelir 










13 Nisan 2014 Pazar



Günümüzde en çok tartışma konusu haline gelen konulardan birisi de hiç şüphesiz tasavvuf ilmidir. İlmi düzeyi yüksek olmayan insanlar bazen şu soruyu soruyorlar; “ Peygamber Efendimiz Sallallahu aleyhi ve sellem zamanında mezhepler var mıydı veya tasavvuf var mıydı?” Bu gibi sorulardan sonra eğer kişi gerçek bir araştırma içerisinde bulunmaz ise veya ehlisünnet itikadında olmayan insanların yanlışlarına kapılır ise hataya düşme riski çok fazladır. Bu noktada yapılacak en iyi iş, ehlisünnet inancında olan âlimlere danışmak ve bu konuda yazılmış olan eserleri okumak ve iyi anlamaktır.

Tasavvuf, etkinliği ve yaygınlığı ile kendisinden çok söz ettirmiş bir ilimdir. İslam’ın gönül boyutuna mercek tutan bu anlayış, zamanla tarikat adını alarak bir takım müesseselerle yaygınlaşmış ve müslüman toplumuna ciddi manada yön vermiştir.

Tarikat ise, akıl ve mantığın sınırlarını zorlayan, sırlarla, hikmetlerle, hakikatlerle dolu manevî bir yoldur. Bu yola girmek, bu yoldan nasiplenmek ve bu yolun çilelerine katlanmak sanıldığı kadar kolay değildir. Büyük fedakârlıkların karşılığında büyük mükâfatlar elde edilir. Bu yolda can verilmeden cânân elde edilmez. Bundan dolayıdır ki bu yol, büyüklerin yoludur.

MAHMUD EFENDI HAZRETLERI KS HAYATI



ŞEYHLERİN ŞEYHİ, ZAMANIN MÜCEDDİDİ VE GAVSI MAHMUD EFENDİ HAZRETLERİ



Mahmud Efendi Hazretlerinin hayatını kısaca anlatalım:
Mahmud Efendi Hazretleri 1929′da Trabzon vilâyetinin Of kazasının Miço (Tavşanlı) köyünde dünyaya geldi. Babası Mustafa oğlu Ali Efendi, annesi Tufan kızı Fâtıma Hanımefendi idi. Ali Efendi köyün camisinde imamlık yapar, aynı zamanda kendi tarlasında da ziraatla meşgul olurdu. Tarlası câmiye uzak olmasına rağmen vazifesini hiç aksatmaz, mutlaka câmiye gelir, ezan okur ve namazı kıldırırdı.
Uzun süre çocuğu olmayan Fatıma Hanım ve Ali Efendi çiftinin, çocuğu olması için Allah' a yalvarıyordu. Bir gece rüyasında, ayın koynuna indiğini ve bütün dünyayı aydınlattığını gördüler. Bu rüyanın üzerinden uzun zaman geçmeden Mahmud Efendi Hazretleri dünyaya teşrif ettiler. Mahmud Efendi Hazretleri, çocukluğunda yakalandığı bir hastalık sebebiyle doktora götürülüyor. Doktor: “Ben, bu çocukta acayip bir hal görüyorum. Bu çocuk, ya yaşamayacak veya yaşarsa çok büyük bir kimse olacak diyordu.
Ali Efendi ibadetine ziyadesi ile düşkün bir kimse idi. 1954 senesinde zorluklarla biriktirdiği parasıyla hacca gitti ve Mekke-i Mükerreme’de rahatsızlanarak vefat edip Cennetü’l-Müallâ’da, daha önce orada vefat etmiş bulunan babası Mustafa Efendi’nin yakınına defnedildi.


İLME BAŞLAMASI

Mahmud Efendi Hazretleri altı yaşındayken hafızlığını babası ve annesinde tamamladı. Ailesinin ve yetiştiği çevrenin dindarlığının da etkisiyle küçük yaşına rağmen namazları câmide kılıyor, nafile ibadetlere de ihtimam gösteriyordu.
Hafızlığını bitirdikten sonra Ramazan ayında Kayseri’ye giderek o bölgenin muteber ulemâsından olan Tesbihcizade Ahmed Efendi’den sarf, nahiv ve Farsça okudu. Kayseri’de bir sene kaldıktan sonra memleketi Of’a döndü. Zamanın en meşhur kıraat âlimi Mehmed Rüşdü Aşıkkutlu Hoca Efendi’den Kur’ân-ı Kerîm kıraat etti.
Belağat, kelam, tefsir, hadis, fıkıh ve usûl-ü fıkıh gibi sâir ulûm-i şeriyyeyi ise aklî ve naklî ilimlerde mütehassıs ulemâdan ve Süleymaniye Medresesi dersiâmlarından olan eniştesi Çalekli Hacı Dursun Fevzi Efendi’den ikmal ederek henüz on altı yaşında iken icazet aldı. Mahmud Efendi Hazretleri okurken okutmaya başladığı öğrencilerine askere gitmeden icazet verdi.
Askerde bulunduğu sırada şeyhi Ali Haydar Efendi’yle tanıştı. Ali Haydar Efendi Hazretleri Osmanlı sultanlarından son dört padişahın huzur hocalarından olup, Meşîhat-ı İslâmiyye’de Hey’et-i Te’lîfiyye Reisi idi.


HİZMET HAYATI

Askerlikten sonra İstanbul’a yerleşen Mahmud Efendi Hazretleri’nin sade bir talebe olarak sürdürdüğü İstanbul yaşamı Ali Haydar Efendi’nin “İsmailağa Camii’ne imam olacaksın” emri ile yeni bir boyut kazanmıştı. Şeyhinin vefatının ardından eğitim ve hizmet bayrağını devralan Mahmud Ustaosmanoğlu, Halidiye kolunun süre geldiği İsmet Efendi Tekkesi’ne gitme yerine hocasının görevlendirdiği camide kalıp eğitim hizmetlerini oradan yürütmeyi uygun gördü.
İsmailağa Camii’ndeki sohbetleri, vaazları ve dersleriyle binlerce kişinin ilimle aydınlanmasına vesile oldu. Süleymaniye Dersiamlarından Dursun Efendi ile Fatih Dersiamlarından Ali Haydar Efendi’nin ders usullerini günün şartlarını dikkate alarak yeniden programlayan Mahmud Efendi Hazretleri, bu hizmetini 1960′tan 2000 yılına kadar devam ettirdi. Emaneti devraldığı büyüklerinin okuttuğu kitapları terk etmeyi, onlara karşı vefasızlık kabul ettiğinden kitap bitirmeye dayalı klasik eğitim sisteminden ödün vermedi.
Mahmud Efendi Hazretleri, sohbet ve derslerinde ümmet bilincine sürekli vurgu yapıyor. Muhataplarına daha çok İslam’ın ameli boyutunu anlatırken, cemaatler arası dayanışmaya önem veriyor. Nitekim gençlik yıllarında farklı cemaatlerin büyükleriyle çok defa görüşmeler yaptığı yakınları tarafından anlatılıyor.
İmamlık yaptığı İsmailağa Câmii’ni hem tekke, hem medrese, hem de emr-i bi’l-mâruf ve nehy-i ani’l-münker merkezi olarak kullanıyordu. Osmanlı medreselerinde takib edilen usul üzere daha askere gitmeden önce memleketinde birçok talebe okutmuş ve birçok kimselere icazet vermiş olan Mahmud Efendi Hazretleri’nden İstanbul’da da birçok imam, vâiz ve müftü ders aldı.
Mahmud Efendi Hazretleri hemen hemen bütün illeri, kasabaları ve binlerce köyü gezerek emr-i bi’l-mâruf ve nehy-i ani’l-münker yaparken daima insanları ilim öğrenmeye çağırıp durdu. Kendisine “Bir emriniz, bir arzunuz var mı?” diye soranlara “Her mahalleye bir kız bir erkek medresesi yapın” diye cevap verirdi.
Mahmud Efendi Hazretleri insanları sadece sözüyle değil, hâliyle de ilme ve ibadete teşvik etmiş, başladığı hiçbir ibadeti bırakmamış ve istikametiyle görenleri gayrete getirmiştir.
Farz namazların evvel ve âhirindeki sünnet namazların hâricinde teheccüd, işrak, kuşluk, evvâbîn, kabir nûr, tahiyyetü’l-mescid ve abdest şükür namazı gibi nevâfili hiç terk etmemiş hatta bir defasında “Kuşluk namazını terk edeceğine Mahmud ölsün daha iyi” buyurmuştur.
Pazartesi-perşembe orucunu, ramazanın son on günü îtikâfı terk ettiği görülmemiştir. Hadîs-i şeriflerde zikr olunan nâfile namaz, oruç ve zikir gibi ibadetlere devam etmiş, Müslümanları da teşvik etmiştir.
Bir ara cemaatinin “Mahmudçular” ismiyle zikredildiğini duyduğunda çok üzülmüş ve cuma hutbesinde şunları söylemiştir: “Mahmudçular diyorlar. Allâh aşkına! Ben yeni bir din mi îcad ettim? Rasûlüllâh Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem’in günlük hayatta tatbik edilen dört bin küsur sünneti vardır, dördünü terk ettiğimi gören arkamda namaz kılmasın.”

Âlimlerin Mahmud Efendi Hazretleri Hakkındaki Sözleri


Ali Haydar Efendi’den ve Zâhid el-Kevserî’den icazetli olan büyük âlim Emin Saraç Hoca Efendi, Mahmud Efendi Hazretleri’ni sıkça ziyaret ederdi. Çeşitli vesilelerle: “Ali Haydar Efendi Hazretleri’nin murâdını Mahmud Efendi hayata geçirmiştir, çünkü Ali Haydar Efendi’nin tek arzusu ilmin yayılması ve (sakal, cübbe-şalvar ve çarşaf gibi) İslam şiârının canlanmasıydı” derdi.
Mahmud Efendi Hazretleri’nin zâhirî ilimdeki üstadı Hacı Dursun Fevzi Efendi: ” Mahmud Efendi Hazretleri’nin arkasında namaz kılan, İmam-ı Âzam Efendimizin ardında kılmış gibidir” derdi
İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’nin yedinci torunu ve Medîne-i Münevvere’deki Mazharî Ribâtı’nın son şeyhi olan Muhammed Mazhar el-Fârûkî Hazretleri, Mahmud Efendi Hazretleri’ni İstanbul’da ziyaret etmiş ve:
“Ben âlemleri gezdim, bu asırda Mahmud Efendi gibi şerîat ve tarîkatı birlikte yaşayan bir zat görmedim” demiştir.
İslam âleminin en büyük âlimlerinden ve Ehlisünnet ‘in en büyük müdâfîlerinden olan Büyük Kutub Allâme Seyyid Muhammed Alevî el-Mâlikî  Rahimehullâh Mahmud Efendi Hazretleri’ni İstanbul’daki dergâhında birkaç defa ziyaret etmiş, vefatından önce on gün kadar Kendisinin misafiri olmuş ve:
“Dünyada birçok cemaatler gördüm. Kimisi ilme önem verip tasavvufu zâyi etmiş, kimi de tasavvufa ihtimam gösterip ilmi zâyi etmişlerdir, ama Mahmud Efendi ve cemaati ilimle ameli, şerîatla tarîkatı birlikte yaşayıp-yaşatan müstesna cemaatlerdendir.
Son devrin Hanefi fukahâsının en büyüklerinden olan Merhum Edîb Kellâs Hazretleri yüz yaşına yaklaşmış iken ellerde taşınarak Şâm-ı Şerîf ziyaretlerinde Efendi Hazretleri’ni ziyarete gelmiş ve onun hakkında: “Kalbimin sevgilisi” diye ihtiramda bulunmuştur.
Gümüşhânevî kolunun önde gelen meşâyıhından Mehmed Zâhid Kotku Hazretleri, Mahmud Efendi Hazretleri’ni sürekli ziyarete gelmiş ve cenazesinin yıkanmasını ve namazının kıldırılmasını kendisine vasiyet etmiştir.
Son dönemde Kur’an’a çok büyük hizmeti geçmiş olan Gönenli Mehmed Efendi Hazretleri, Mahmud Efendi Hazretleri’ni sık sık ziyaret ederdi. Oğlu vefât ettiğinde Efendi Hazretlerimizle birlikte kendisine tâziye ziyaretine gittiğimiz zaman Efendi Hazretlerine hitaben : “Senin yaptıklarını biz beceremedik, ortalığı sakallılarla ve çarşaflılarla doldurdun. Bir kere rüyamda semânın bir katında evliyâullahın toplantısına katıldım, tanıdığım bütün meşâyıh oradaydı, seni göremeyince sağa sola bakındım. O zaman hâtiften: “Mahmud’u aşağılarda arama. Yukarı bak! Yukarı! “ diye nida edildi ” demiştir.
Muhammed Ali Sâbûnî gibi dünya çapında Meşhur Allâme, Mahmud Efendi Hazretlerine intisab etmiş ve:
“Bu Zât sadece Türkiye’nin değil, bütün dünyanın şeyhidir.” demiştir.


Hikmetli Sözleri

Namazı vaktinde kılacaksınız cemaatle. Ondan sonra tesbihinizi çekeceksiniz.
Dünya dolusu (altın) bir Lailaheillallah alamıyor. Dünyada bedava.
Filmlerde ne gördülerse o var kalplerinde. Gazetelerde ne okudularsa o var kalplaerinde. Göze yakın olan gönüle de yakındır. “Benim kalbim temiz''! Bir defa kuran dinledi mi acaba? Ne hayır var onların baktıkları şeylerde.
Bu millet kimin elinde kaldı. Eyvah eyvah! Acımak lazım
Cihadın en faziletlisi emri bil maruf (güzeli emretmek), nehyi anilmünker(kötülükten men etmek) tir.
Camiinin yanından geçerken yüz çevirirler, susuz kalınca alır kovayı gelir camiye. Senin yanında bir kova su kadar değeri yok mu Allah’ın.
Çok cemaate gerek yok. Az olsun öz olsun buğday unu olsun.
Her şeyimiz, oturmamız, kalkmamız, yazmamız, okumamız,  düğünümüz, derneğimiz ALLAH için olmalıdır.
Osmanlı devletini nerelere yükseltti kuran. Kuran la oldu bu. Onlar kendilerini Rasûlullah uğruna feda ettiler.
Dünyaya meyl asla olmamalıdır.
İnsanlara sabırla vaaz edilecek.
Osmanlı devleti kuranla Osmanlı oldu.
Elinde kuran olanın ve onunla amel edenin sırtı yere gelmez.
Boyda arama, endamda arama. Güzelliği İslam’da ara.
Yahudi, hristiyanlar Allah’ı bilmez. Bilseler oğlu var derler mi?
Yazık etmeyelim kendimize. Kuran ne diyorsa ona uyalım.
Dünyaya meyli olana eczanemizde ilaç yok.
Dinimize sahip çıkalım. Ölüler mi bu dine sahip çıkacak.
Hiç kimse üşenmesin, usanmasın vakit buldukça nafile kılınsın.
Bir memlekette ilim olmazsa orda zulüm olur.
Temizlenmek isteyen temizlensin yoksa ateş temizleyecek.
Adama sarık tak deyince sanki ona vasıtasız göğe çık demiş gibi geliyor. Bu Rasulullah’ın sünnetidir.
İnsan ateşi görünce tövbenin kıymetini anlayacak.
Efendimiz ayakları şişinceye kadar namaz kılardı. Bizde öyle olalım.
Birbirimizi nurlandıralım. Nasıl? Birbirimize kuran öğretelim.
Müslümanın sabunu istiğfardır.
En büyük kurt nefislerimizdir.
Derman ararsan derde rabbini zikret her yerde.
Her kim dinle oynar, bir gün cehennemde kaynar.
Tandır tava geldi hamur tükendi akıl başa geldi ömür tükendi.
Bela insanı düzeltmez. O halde bela değil hidayet ver diyeceğiz.
Cenneti yarattı, cenneti kazanma yollarını da yarattı.
Bir insan insana ihtiyacı olunca ona yaklaşır. Mevla’ya her an muhtaçsın tarafına bakmıyorsun.
Bilmemek özür olamaz. Her şeyi bildin de bunu (Kuranı, İslam’ı) niye bilemedin
Memleketi uçuruma getiriyor bu faiz.
Cahillik hiç yakışmıyor insana. Sana yakışmayandan kaç.
Ağzı konuşur Mevla ile kalbi konuşur dünya ile.
İnsan bir gemi, akıl yelkeni, fikir dümeni, yürüt gemini, göreyim seni.
İnsan suretten hakikate zikrullah ile çıkar, zikrullah her ilmin kapısıdır desek yeri vardır.
Her bir haram insanı sarhoş eder.
Salikin (dervişin) başına tembellikten büyük bela yoktur
Sözümüz özümüze muhalif olmasın
İstiyorum ki emsile, bina, avamil bilmeden ahirete gitmeyesiniz.
Efendibabam dedi ki Âdem Aleyhisselam bile tövbe ile yaşadı oğlum'' Ya Rabbi sana sığındık, istiğfara ehil eyle bizi.
Şalvar niye giymiyorsun, Fatih Sultan’dan daha büyük adam mısın, İstanbul’u mu fethettin?
Zikrullah öyle bir kaledir ki hem zahir düşmandan, hem de batın düşmandan korur.
Dünyayı bırakmak: çalışacağız ama onu sevmeyeceğiz, bizim olmadığını bileceğiz.
Karınca bacağı kadar ekmek atmayın, bu bizi helak eder.